AŞURE GÜNÜ NEDİR? Aşure günü okunacak dua



Muharrem Ayı ve Aşure Günü
“Şehrullahi’l-Muharrem” olarak meşhur olan, yani “Allah’ın ayı Muharrem” olarak bilinen Muharrem ayı, İlahi bereket ve feyzin, Rabbani ihsan ve keremin coştuğu ve bollaştığı bir aydır.
Allah’ın ayı, günü ve yılı olmaz, ancak Allah’ın rahmetine ermenin önemli bir fırsatı olduğu için Peygamberimiz tarafından bu şekilde ifade edilmiştir.
Âşura Günü ise Muharrem’in 10. günüdür. Âşura Gününün Allah katında ayrı bir yeri vardır. Bugünde Cenâb-ı Hak on peygamberine on çeşit ikramda bulunmuş ve kudsiyetini arttırmıştır. Bu günlerde oruç tutmak çok faziletlidir.

Hicrî Senenin ilk ayı olan Muharrem ayının 10. günü Âşura Günüdür. Muharrem ayının diğer aylar arasında ayrı bir yeri olduğu gibi, Âşura Gününün de diğer günler içinde daha mübarek ve bereketli bir konumu bulunmaktadır.
Âşura Gününün Allah katında da çok seçkin bir yerinin olduğunu Fecr Sûresinin ikinci âyeti olan “On geceye yemin olsun” ifâdelerinin tefsirinden öğrenmekteyiz.
Bazı tefsirlerimizde bu on gecenin Muharrem’in Âşurasine kadar geçen gece olduğu beyan edilmektedir.(1)
Cenâb-ı Hak bu gecelere yemin ederek onların kudsiyet ve bereketini bildirmektedir.
Bugüne “Âşura” denmesinin sebebi, Muharrem ayının onuncu gününe denk geldiği içindir. Hadis kitaplarında geçtiğine göre ise, bu güne bu ismin verilmesinin hikmeti, o günde Cenâb-ı Hak on peygamberine on değişik ikram ve ihsan ettiği içindir. Bu ikramlar şöyle belirtilmektedir:
1. Allah, Hz. Musa’ya (a.s.) Âşura Gününde bir mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.
2. Hz. Nuh (a.s.) gemisini Cûdi Dağının üzerine Âşura Gününde demirlemiştir.
3. Hz. Yunus (a.s.) balığın karnından Âşura Günü kurtulmuştur.
4. Hz. Âdem’in (a.s.) tevbesi Âşura Günü kabul edilmiştir.
5. Hz. Yusuf kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan Âşura Günü çıkarılmıştır.
6. Hz. İsa (a-s.) o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.
7. Hz. Davud’un (a.s.) tevbesi o gün kabul edilmiştir.
8. Hz. İbrahim’in (a.s.) oğlu Hz. İsmail o gün doğmuştur.
9. Hz. Yakub’un (a.s.), oğlu Hz.Yusuf’un hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.
10. Hz. Eyyûb (a.s.) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur.(2)
Hz. Âişe’nın belirttiğine göre, Kabe’nin örtüsü daha önceleri Âşura gününde değiştirilirdi.
İşte böylesine mânalı ve kudsî hâdiselerin yıldönümü olan bu mübarek gün ve gece, Saadet Asrından beri Müslümanlarca hep kutlana gelmiştir. Bugünlerde ibadet için daha çok zaman ayırmışlar, başka günlere nisbetle daha fazla hayır hasenatta bulunmuşlardır. Çünkü, Cenab-ı Hakkın bugünlerde yapılan ibadetleri, edilen tevbeleri kabul edeceğine dair hadisler mevcuttur.
Âşura Gününde ilk akla gelen ibadet ise, oruç tutmaktır. Muharrem ayı ve Âşura Günü, Ehl-i Kitap olan Hıristiyan ve Yahudiler tarafından da mukaddes sayılırdı. Nitekim, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Medine’ye hicret buyurduktan sonra orada yaşayan Yahudilerin oruçlu olduklarını öğrendi.
“Bu ne orucudur?” diye sordu.
Yahudiler, “Bugün Allah’ın Musa’yı düşmanlarından kurtardığı Firavun’u boğdurduğu gündür. Hz. Musa (a.s.) şükür olarak bugün oruç tutmuştur” dediler.
Bunun üzerine Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam da, “Biz, Musa’nın sünnetini ihyaya sizden daha çok yakın ve hak sahibiyiz” buyurdu ve o gün oruç tuttu, tutulmasını da emretti.(3)
Aşûra günü yalnız ehl-i kitap arasında değil, Nuh Aleyhisselâmdan itibaren mukaddes olarak biliniyor, İslam öncesi Cahiliye dönemi Arapları arasında İbrahim Aleyhisselâmdan beri mukaddes bir gün olarak biliniyor ve oruç tutuluyordu.
Bu hususta Hazret-i Âişe validemiz şöyle demektedir:
“Âşûrâ, Kureyş kabilesinin Cahiliye döneminde oruç tuttuğu bir gündü. Resulullah da buna uygun hareket ediyordu. Medine’ye hicret edince bu orucu devam ettirmiş ve başkalarına da emretti. Fakat Ramazan orucu farz kılınınca kendisi Âşûrâ gününde oruç tutmayı bıraktı. Bundan sonra Müslümanlardan isteyen bugünde oruç tuttu, isteyen tutmadı.” ‘Buhari, Savm: 69.
O zamanlar henüz Ramazan orucu farz kılınmadığı için Peygamberimiz ve Sahabileri vacip olarak o günde oruç tutuyorlardı. Ne zaman ki, Ramazan orucu farz kılındı, bundan sonra Peygamberimiz herkesi serbest bıraktı. “İsteyen tutar, isteyen terk edebilir” buyurdu.(4) Böylece Âşura orucu sünnet bir oruç olarak kalmış oldu.
Âşura orucunun fazileti hakkında da şu mealde hadisler zikredilmektedir.
Bir zat Peygamberimize geldi ve sordu:
“Ramazan’dan sonra ne zaman oruç tutmamı tavsiye edersiniz?”
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, “Muharrem ayında oruç tut. Çünkü o, Allah’ın ayıdır. Onda öyle bir gün vardır ki, Allah o günde bir kavmin tevbesini kabul etmiş ve o günde başka bir kavmi de affedebilir” buyurdu.(5)
Yine Tirmizi’de de geçen bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Âşura Gününde tutulan orucun Allah katında, o günden önce bir senenin günahlarına keffaret olacağını kuvvetle ümit ediyorum.”(6)
“Ramazan ayından sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur”(7) hadis-i şerifi ise, bu günlerde tutulan orucun faziletini ifade etmektedir.
Bu hadisin açılamasında İmam-ı Gazali, “Muharrem ayı Hicrî senenin başlangıcıdır. Böyle bir yılı oruç gibi hayırlı bir temele dayamak daha güzel olur. Bereketinin devamı da daha fazla ümit edilir” demektedir.
Gerek Yahudilere benzememek, gerekse orucu tam Âşura Gününe denk getirmemek için, Muharrem’in dokuzuncu, onuncu ve on birinci günlerinde oruç tutulması tavsiye edilmiştir.
Bu mânâdaki bir hadisi İbni Abbas rivayet etmektedir. Bunun için, müstehap olan, aşure Gününü ortalayarak, bir gün önce veya bir gün sonra oruç tutmaktır.
Bu günde oruçtan başka hayır, hasenat ve sadaka gibi güzel âdetlerin de yaşatılması isabetli ve yerinde olacaktır. Herkes imkânı nisbetinde ailesine, akraba ve komşularına ikramda bulunur; bugünlerin faziletini bildiren hâdiseleri hatırlayarak ihsanda bulunursa şüphesiz sevabını kat kat alacaktır. Bilhassa, Peygamberimiz, mü’minin aile efradına Âşura Gününde her zamankinden daha çok ikramda bulunmasını tavsiye etmiştir.
Bîr hadiste şöyle buyurular: “Her kim Aşura Gününde ailesine ve ev halkına ikramda bulunursa, Cenab-ı Hak da senenin tamamında onun rızkına bereket ve genişlik ihsan eder.”(9) Bu aile mefhumunun içine akrabalar, yetimler, kimsesizler, konu komşular da girmektedir. Fakat, bunun İçin fazla külfete girmeye, aile bütçesini zorlamaya lüzum yoktur. Herkes imkânı ölçüsünde ikram eder.
Âşura gününün manevi ve berraklığı üzerinde Kerbela karanlığının kesafeti de görülmektedir. 61. hicret yılının Muharrem’ine ait 10. gününde Hazret-i İmam Hüseyin (r.a.) 55 yaşında iken Sinan bin Enes isimli bir hain tarafından Kerbelâ’da hunharca şehit edilmiştir. Bu gadr ve zulmün arkasında Emevi Halifesi Yezid, onun Küfe valisi İbni Ziyad vardır. Yarım asır öncesinden Peygamberimizin bizzat haber verildiği bu ciğerleri yakan olay Hazret-i Hüseyin’i Cennet gençlerinin efendisi olma şanına yüceltmiştir.
Şehitler mükâfatını almış en yüce mertebelere ulaşmıştır. Yüce Allah’ın da zalimlere hak ettikleri cezayı en âdil bir şekilde vereceğinden şüphemiz yoktur. Kader hükme boyun eğen her mü’min bu olaya üzülür, ancak itidalini ve soğukkanlılığını kaybetmez. Duyguları yanlışlara ve taşkınlıklara götürmez. Çünkü meydana gelen bütün olaylar ezelî takdirin bir hükmüdür. Bu açıdan bunu bir “yas merasimi” haline dönüştürmek ehli-i sünnetin itikat ve inancına aykırıdır.
1) Hak Dini Kur ân Dili. 8 5793.
2) Sahih-i Müslim Şerhi, 6:140.
3) Ibtıı Mâce, Siyam: 31.
4) Müslim. Siyam: 117.
5) Tîrmizî. Savm: 40.
6) A.g.e., Savın: 47.
7) İbni Mâce. Siyam: 43.
8)İhyâ, 1:238
9) et-Tergîb ve’l-Terhİb, 2:116.

Aşure günü okunacak dua
Şihabeddini Sühreverdi hazretleri, Muharrem ayının birinde okunan şu duâyı bir kimse aşure günü okursa, ölümden emir kılar. Ölümü mukadder olan bu duâyı okuyamaz, demiştir.
“Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elhamdülillahi Rabbilâlemîn.Vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihi ecmaîn. Allâhümme entel ebediyyül kadîm. Elhayyülkerîm. El hannânül mennân vehâzihî senetün cedîdetün es elüke fîhel ısmete mineşşeytânirracîm vel avne alâ hâzihin nefsel emmârati bissû’i veliştigâle bimâ yugarribunî ileyke yâ zel celâli vel ikrâm. Birahmetike yâ erhamerrâhımîn. Ve sallallâhü ve selleme alâ seyyidinâ ve nebiyyinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve ehli beytihî ecmaîn.”
Şeyh Muhammed ibn-i abdilhayy ed-davudi el Kattan ‘ın”Mecmu’a'sında zikredildiği üzere;
Şeyh Ebu’l-Beka el ömeri’nin İbn-i ferhun’un”el-mesailül-melfuza”isimli eserinde nakline göre: Aşure günü bu duayı yedi kere okuyan o sene ölmez, eceli gelen ise okumaya muvaffak edilmez:
”Sübhanallahi milelmizani ve müntehalılmi vemeblegarrida vezinetelarşi lamelcae velamenca minallahi illa ileyhi. sübhanallahi adedeşşefi velvatri ve adede kelimatillahittammeti küllihe.eselükessalamete birahmetike ya erhamerrahimin. vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyilazıym, ve huve Hasbi veniğmel Vekil. Niğmel Mevla veniğmen nasir.vessallallahu vesseleme ala Hayri halkıhi muhammedin ve ala alihi vesahbihi ecmain.”
Anlamı:”Allah-u Teâlâ ‘yı Mizan dolusunca, ilminin sonsuzluğunca, rızasına ulaşıncaya kadar ve Arş’ının tartısınca tesbih ederim Allah-u Teala’dan başkasına sığınılıp kaçılmaz, yine ancak O’na sığınılır!
Allah-u Teala’yı çiftlerin ve teklerin sayısınca olan kelimelerinin tamamının sayısınca tesbih ederim!
Ey acıyanların en merhametlisi! Senden rahmetinle (bütün belalardan) yüce ve büyük olan Allah’ın yardımı olmadan hiçbir günahtan dönüş ve hiçbir ibadete kuvvet olamaz isterim.O Selamet.
O bana yeter! Ne güzel Vekil’dir! Ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır!
Allah-u Teâlâ, mahlukatının en Hayırlısı olan Muhammed (sallallahu aleyhi ve Selem) e ve Al-i ashabının tamamına salat ve selam eylesin!”(Muhammed Ebu’l Yüsr Abidin, el-Evradü ‘d daime, sh: 92)
Aşure günü yetmiş kere bu duayı okuyanı Allah-u Teâlâ Mağfiret buyurur:
”Hasbiyallahu ve niğmel Vekil ve niğmel Mevla ve niğmen nasir gufraneke Rabbenâ ve ileykel masir”


Kerbela Nedir?
Hz. Hüseyin Mekke’de bulunduğu günlerde halk kendisini ziyarete geliyor, hatırını soruyordu. Bunlar, Umre yapmak için Mekke’de bulunan civar bölge insanlarıydı. Bu arada Kabe’nin yakınından ayrılmayan, gün boyu orada namaz kılıp, tavaf eden İbn
Zübeyr de diğer ziyaretçilerle birlikte kendisini görmeye geliyordu.
Hz. Hüseyin, İbn Zübeyr için o sırada en önemli kişiydi. Çünkü Hüseyin Mekke’de bulunduğu sürece, Hicazlılar İbn Zübeyr’e bîat etmezdi.
Öte yandan Muâviye’nin ölümü ile Yezid’e bîat edildiği haberi Küfe’de duyulunca, halk Yezid hakkında ileri geri konuşmaya başladı. Şiîler ise, ileri gelenlerinden Süleyman b. Surad’ın evinde toplanarak durum değerlendirmesi yaptılar. Buradaki toplantıda Hz. Hüseyin’e, kendisine bîat etmek için davet mahiyetinde mektup yazmaya karar verdiler. Neticede yüz elliye yakın mektup gönderildi. Bu mektupları alan Hz. Hüseyin Kûfelilere şöyle bir cevap yazdı:
«Ne yapmak istediğinizi anlıyorum. Şimdi size kardeşim, amcamın oğlu ve güvendiğim akrabam Müslim b. Akıl’i gönderiyorum. Oraya vardıktan sonra sizin durumunuz ve düşünceniz hakkında bana mektup yazmasını söyledim. Eğer bütün halkın ve ileri gelenlerin düşüncesi bana yazılan düşünceler etrafında birleşiyorsa, yakında size gelirim. Yemin ederim ki, halife Kur’an’la amel eden, adaletten ayrılmayan, hak dini yaşayan bir kimseden başkası olamaz.»
Sonra Hüseyin, Müslim b. Akîl’i çağırarak Kûfe’ye gitmesini söyledi. Allah’ın yolundan ayrılmamasını, bu meseleyi gizli tutmasını tenbih etti. Eğer halk birlik olmuşsa en kısa zamanda durumu kendisine bildirmesini istedi. Müslim, Kûfe’ye doğru yola çıktı. Bu esnada Küfe valisi, Numan b. Beşir idi. Müslim, Küfe’ye. varınca Şiîler kendisine
gelip gitmeye başladılar. Bu durumu haber alan Numan, minbere çıkarak, kısa bir konuşma yaptı. Aslında mutedil, iyilik sever birisi olan Numan şöyle diyordu:
«Ey müslümanlar! Fitne ve ayrılıkta yarışmayın. Çünkü bunlar insanlann yok olmasına, kan dökülmesine ve malların yağma edilmesine yol açar. Şunu biliniz ki ben ancak benimle savaşanlarla savaş edip, bana saldıranlara karşı saldıracağım. Sizin uyuyanınızı uyandırmayacak, şüphe, zan ve delilsiz hiç kimseyi cezalandırmayacağım. Fakat siz durumunuzu açıkça ortaya koyar, biatinizi iptal eder, halifenize baş kaldırırsanız yemin ederim ki, kabzası elimde olduğu sürece kılıcımı kafanıza indiririm. Sizi benden kimse kurtaramaz ve yardım edemez. Umarım ki içinizde hakkı görebilenlerin sayısı yanlış fikirli olanlarından çoktur.»
Numan bu konuşmayı yapınca, orada bulunan Emevî taraftarı biri ayağa kalkarak, «Bu kargaşayı ancak cesur biri önler. Sizin bu görüşlerinizi ancak zayıf kimseler ileri sürerler» diye çıkıştı. Numan, bu adama, «Allah’ın yolundan ayrılmamış zayıf bir insan olmak, benim nazarımda Allah’a karşı gelmiş güçlü biri olmaktan daha iyidir» diye cevap verdi ve minberden indi.
Daha sonra bu adam Yezid’e bir mektup yazarak, Müslim b. Akîl’in geldiğini, halkın ona bîat etmeye başladığını bildirdikten sonra şunları ilâve etti:
«Eğer Kûfe’yi gözden çıkarmadınızsa, oraya güçlü, emrinizi yerine getirecek ve sizin düşmanlarınıza karşı aldığınız tedbirleri alabilecek bir kimse gönderiniz. Numan zayıf bir insandır.»
Bunun üzerine Yezid, Numan’ı görevinden aldı ve onun yerine Basra valisi olan Ubeydullah b. Ziyad’ı getirdi. Yezid’in Müslim’i yakalayıp idam etme veya sürgüne gönderme emriyle Kûfe’ye gelen Ubeydullah halkı toplayarak onlara şu konuşmayı yaptı:
«Halife beni şehrinize vali ve haraç işlerinize memur tayin etti. Bana mazlum olanınıza iyilik etmeyi, yoksullarınızı doyurmayı, devlete itaat edene iyi muamele etmeyi, âsi ve fitnecilere karşı katı davranmayı emretti. Ben burada onun emrini uygulayacak, isteklerini yerine getireceğim. İyilerinize karşı müşfik bir baba, itaat edenlerinize karşı bir özkardeş gibi davranacağım. Kılıç ve kırbacım emrimi kabul etmeyen, bana karşı çıkanların üstünde olacaktır. Artık herkes dilediğini yapabilir.» diyerek sözünü bitiren vali ayrıca minberden inerken şu tehdidi de savurdu: «Bana içinizde bulunan yabancıları,
Şiıleri, Haricîleri, fitne ve ayrılıkçıları yazıp bildireceksiniz. Kim bunların listesini verirse kurtulur. Bildirmeyenler ise kendi ailesinden herhangi bir muhalif ve başkaldırma çıkmayacağına dair bize garanti vereceklerdir. Bu iki şıktan birini yapmayandan sorumlu değiliz. Bu, onun mal ve can dokunulmazlığı kalkar, demektir. Eğer herhangi birinizin evinde bize bildirilmemiş bir halife muhalifi yakalanırsa o evin sahibi evinin kapısında asılır.»
Müslim, İbn Ziyad’ın yaptığı konuşmayı haber aldıktan sonra Hânî b. Urve’nin evine sığındı. Ev sahibi olsun, Müslim olsun bu durumu istemeye istemeye yaptılar. Şiîler bu defa oraya gelip gitmeye başladılar. Müslim’in orada kaldığım öğrenen İbn Ziyad Hânî’ye haber gönderip, makamına getirtti ve: «Ben onun sağ kalmasını istiyorum. O ise beni öldürmek istiyor. Seni kim murad’dan salıverdi ise ancak o affeder» şeklinde bir şiirle karşıladı. Hânî, «Mesele nedir?» diye sorunca şu açıklamayı yaptı: «Ey Hânı! Evinde halife ve müslümanlar için düşünülen şeyler nedir? Müslim’i getirip evine alıyor, ona silâh ve asker topluyorsun. Bunların gizli kalacağını mı sanıyorsun?» Hânî bu sözlere
itiraz edemedi. Bunun üzerine İbn Ziyad kendisinden Müslim’i teslim etmesini istedi. Fakat Hânî, halkın kınamasından çekindiği için bunu kabul etmedi. İbn Ziyad’ın emriyle tutuklanan Hânî, valinin sarayında hapsedildi. Bu durumu öğrenen Müslim adamlarına -aralarında parolaları olan- «Fa Mansur!» diye bağırdı.
O güne kadar Müslim’e bîat edenlerin sayısı on sekiz bin kişi olup bunlardan sadece Müslim’in bulunduğu ev etrafında nöbet tutanlar dört bin kadardı. Halk Müslim’in etrafına toplandı. Halkı ayaklandırıcı bir konuşma yapan Müslim valinin sarayına doğru hareket etti. Cami ve sokaklar insanlarla dolup, taşıyordu. Bu arada valinin yanında otuz muhafız, yirmi kadar Kûfeli eşraf ailesi ve kölelerinden başka kimse yoktu. Eşrafla bir görüşme yaptı ve daha sonra Kesîr b. Şihab’ı çağırarak kendisine bağlı adamlarıyla harekete geçip halkı Müslim’in etrafından koparmasını söyledi. Muhammed b. Eş’as’a da kendisine bağlı kimselerle ortaya çıkıp, kendilerine katılanların kurtulacağını ilân etmesini emretti. Diğer bir kısım eşraftan da aynı şeyleri istedi. Birkaç kişiyi ise yanında alıkoydu. Eşraf valinin emrini hemen yerine getirdi. Bu arada sarayda kalanlar da halkın karşısına geçerek devlete bağlı olanların korunacağını söylediler. İsyancıları tehdit ettiler. Bu durumu gören halk dağılmaya başladı. Öyle bir dağılma oldu ki, camide Müslim’in yanında sadece otuz kişi kalmıştı. Nereye gideceğini şaşıran Müslim kaçarak bir yere gizlendi. Fakat gizlendiği yeri öğrenen vali, Muhammed b. Eş’as’ı göndererek yakalatıp getirtti. Müslim yakalanınca Muhammed’e şöyle dedi:
«Görüyorum ki şu anda beni koruyamazsın. Fakat acaba bir elçi gönderip Hüseyin’e durumu bildirmesini, benim namıma ona, geri dönmesini, Küfelilere aldanmamasını, çünkü bunların onun babasına neler yaptıklarını söylemesini sağlayabilir misin?»
Muhammed, Müslim’in bu isteğini yerine getirdi. Valinin huzuruna getirilen Müslim
orada öldürüldü. Daha sonra da Hânî öldürüldü.
Öte yandan Mekke’de bulunan Hüseyin artık Kûfe’ye gitmeye iyice karar vermişti. Amr b. Abdurrahman b. Haris gelerek kendisine şöyle dedi:
«Duyduğuma göre Irak’a gidiyormuşsun. Ben şahsen halifenin valisi, memurları ve hazinelerinin bulunduğu bir şehre gitmeni senin için mahzurlu görüyorum. Bugün insanlar paraya tapar hale gelmişlerdir. Sana yardım edeceğini vadedenlerin seni öldürmesinden korkarım.»
Hüseyin, Amr’a teşekkür etmekle yetindi. Daha sonra İbn Abbas da geldi: «Halk senin Irak’a gideceğini söylüyor. Bana ne yaptığım açıklar mısın?» dedi. Hüseyin, «Şu bir-iki gün içinde gideceğim» diye cevap verdi. İbn Abbas sözünü şöyle sürdürdü: «Allah böyle bir şey yaptırmasın. Bana söyler misin, sen başlarındaki valiyi öldürmüş, memleketlerine sahip olmuş ve düşmanını kovmuş bir millete mi gidiyorsun? Eğer böyle bir şey yapmadıklarına inanıyorsan, git. Yok eğer savaşa çağırıyorlarsa, seni aldatmalarından, cayıp sana karşı çıkarak, yalnız bırakmalarından, hattâ sana karşı ayaklanarak en fena kötülüğü işlemelerinden korkarım.»
Hz. Hüseyin: «Düşüneyim, bakalım ne olacak» diye karşılık verdi. O gün gidip ertesi gün yine gelen İbn Abbas bu defa şöyle diyordu:
«Amca oğlu, kendimi sabretmeye zorluyorum, ama sabredemiyorum. Eğer düşündüğünü yaparsan başına bir felâket gelmesinden korkuyorum. Iraklılar dönek insanlardır. Onlara sakın yaklaşma. Burada kal, sen Hicazlıların efendisisin. Eğer Iraklılar sana yazdıkları gibi gerçekten seni istiyorlarsa, sen de onlara yaz, önce memleketlerinden valilerini ve düşmanlarını çıkarsınlar, ondan sonra git. Şayet illâ gitmek istiyorsan, Yemen’e git. Orada farklı topluluklar var. Yemen geniş bir yerdir. Ayrıca orada babanın taraftarları da vardır. Bir tarafa çekilir, mektuplar yazar, halka gönderir, elçi ve propagandacılarını yayarsın. O zaman belki istediğin ortam doğabilir.»
Hz. Hüseyin bu sözleri kabule yanaşmıyordu. İbn Abbas şöyle devam etti: «Şayet gitmekten vazgeçmiyorsan kadın ve çocuklarının gözü önünde şehit edilmenden korkarım. İbn Abbas’ın bu uyarıcı sözleri Hüseyin’e hiç tesir etmedi.
Daha sonra hanım ve çocuklarını alarak yola çıktı. Yolda şair Ferezdak’la karşılaştı. Geldiği tarafta halkın ne durumda olduğunu sordu. Ferezdak şu cevabı verdi: «Halkın gönlü senin yanında, ama kılıçları Emevıler’i destekliyor. Kader gökten geliyor. Allah ise dilediğini yapıyor.»
Yolda ayrıca, Abdullah b. Cafer’den dönmesi için Allah adına and veren bir mektupla, Medine valisi Amr b. Saîd’den dönmesini ve kendisini koruyacağını ihtiva eden bir başka mektup geldi. Bu iki mektuptaki isteği de reddeden Hüseyin yoluna devam ediyordu. Yolda bir ara Abdullah b. Muti’ ile karşılaştı. Abdullah and vererek içinde bulunulan nazik durumu hatırlattı ve şöyle dedi: «Eğer Emevîler’in sahip oldukları halifeliği ele geçirmek istiyorsan, seni öldürürler ve artık ondan sonra çekinecekleri hiç bir kimse kalmaz. Ne olur, İslâm’ın, Kureyş’in ve Arapların hatırı için bunu yapma, Kûfe’ye gitme, Emevîler’le karşılaşma!»
Fakat Hz. Hüseyin yoluna devam etmekten başka bir fikre yanaşmıyordu. Sa’lebîye denilen yere gelince, orada Müslim b. Akîl’in öldürüldüğü haberi duyuldu. Beraberinde bulunanlardan bazıları, «Allah için buradan geri dön, Kûfe’de senin yardımcın ve taraftarın yoktur. Hattâ onların sana karşı tavır almış olmalarından korkarız» dediler.
Müslim’in çocukları ileri fırlayarak şöyle dediler: «Ya intikamımızı alırız veya babamız gibi şehit oluruz. Ama asla geri dönmeyiz.»
Akabe girişine varıncaya kadar yola devam ettiler. Orada karşılaştıkları bir Arap da şöyle dedi: «Allah için dönünüz. Vallahi kılıç ve mızrakların üstüne doğru gidiyorsunuz. Şayet o, gelmen için sana haber gönderenler, savaşa girmeni önleyip, işleri düzene koymuş olsalardı ve sen de o zaman gelmiş olsaydın buna bir diyecek olmazdı. Fakat bu durumda bana kalırsa yapılacak tek şey dönmektir.»
Hz. Hüseyin ve beraberindekiler Şiraf’ı terkeder etmez, Hurr b. Yezid komutasında bin kişilik bir süvari birliğiyle karşılaştılar. Hüseyin şöyle dedi:
«Ey insanlar! Allah da biliyor, siz de biliyorsunuz ki, ben buraya, sizin gönderdiğiniz mektup ve elçiler üzerine geldim. Halifeniz olmadığını, benimle durumunuzun düzeleceğini yazmıştınız. Eğer bana verdiğiniz sözlerinizde duruyorsanız, şehrinize girerim. Aksi halde sözünüzü yerine getirmez ve benim gelişimden dolayı rahatsız olursanız geldiğim yere geri dönerim.»
Kimseden bir ses çıkmayınca Hurr cevap verdi: «Sizinle karşılaştığımızda bir an bile beklemeden sizi yakalayıp, Kûfe’ye Ubeydullah b.Ziyad’a götürmemiz emredildi.»
«Ölüm bundan daha iyidir» diye söylenen Hz. Hüseyin, adamlarına, atlarına binmelerini, geri döneceklerini söyledi. Fakat Hurr bırakmıyordu. Hüseyin, «Anan seni kaybetsin, ne istiyorsun?» diye çıkışınca Hurr şöyle cevap verdi: «Senden başka biri bunu söyleseydi, kim olursa olsun aynı sözle mukabele ederdim. Fakat senin annenin adını kötü sözle ağzıma alamam. Olsa olsa ben onu en güzel şekilde anarım.»
Sonra Hüseyin’in Medine’ye dönmesini önlemek için onu takibe başladı. Hüseyin kuzeye doğru yönelmiş, Ninova’ya ulaşmıştı ki, orada İbn Ziyad’ın kendisiyle savaşmak üzere göndermiş olduğu Ömer b.Sa’d b. Ebî Vakkas komutasında başka bir birlikle karşılaştı. Ömer, Hüseyin’e bir elçi göndererek oralara kadar niçin geldiğini sordurdu.
Hüseyin ise, Hemşehrileriniz bana kendilerine gelmem için mektuplar yazmışlardı. Onun için gelmiştim. Eğer şimdi istemiyorlarsa geri dönerim» diye haber gönderdi. Ömer’den bu haberi bildiren mektubu alan İbn Ziyad: «Şimdi, pençelerimizi uzattığımız zaman mı kurtulmak istiyor? Bu zaman kurtulma zamanı değil artık» şeklinde bir şiir söyledi ve Ömer’e bir mektup yazarak, Hüseyin’den Yezid için bîat almasını emretti: »Eğer Hüseyin bu teklifi kabul ederse mesele biter. Aksi halde orada bulunan tek su kaynağıyla alâkalarını kes ve onları susuz bırakarak muhasara altına al» diyordu. Hz. Hüseyin, kendisini bıraktıkları takdirde geldiği yere döneceğini söylüyordu. Burada Hz. Hüseyin’in Yezid’e bîat etmeyi kabul ettiğine dair dolaşan rivayetler doğru değildir. Hz. Hüseyin, Medine’ye dönmek istediğini bildirdiyse de karşı taraf onların dönmesini kabul etmiyor, İbn Ziyad’ın vereceği hükme razı olmalarını teklif ediyorlardı. Durum ne olursa olsun böyle bir şey de Hüseyin’in kabul edeceği bir istek değildi. Artık savaşmaktan başka bir yol kalmamıştı.
H. 61 senesinin 10 Muharreminde (10 Ekim 680) iki taraf savaşa tutuştu. İçinde Suriyeli bir tek kişi bile bulunmayan Irak ordusu ile sayıları sekseni geçmeyen küçük topluluk vuruşuyorlardı. Çok geçmeden Hüseyin ve adamları şehit edildiler. Bu tarafın kaybı yetmiş iki kişiydi. Ömer’in ordusundan da seksen sekiz kişi ölmüştü.
Hüseyin’in başını, kızları ve kardeşleri ile hasta olan oğlu küçük Ali’yi İbn Ziyad’a götürdüler. İbn Ziyad bunları Yezid’e gönderdi. Şam’a varılıp da bu haber Yezid’e ulaştırılınca, Yezid ağlayarak şöyle dedi:
«Bana Hüseyin’i öldürmeden itaat ettirmenizi istemiştim. İbn Sümeyye’ye Allah lanet etsin. Hüseyin’le ben karşılaşsaydım , kendisini bağışlardım. Bütün bunlar neden oldu, biliyor musunuz? Hüseyin, şöyle demiş: ‘Babam onun babasından, anam onun anasından, dedem de onun dedesinden daha üstündüler. Ben de ondan daha üstünüm. Halifeliğe ben ondan daha lâyıkım.’ Babasının benim babamdan üstün olması meselesini Allah bilir. Her ikisi de Allah’ın huzuruna gitmişlerdir. Ayrıca halk, hakemlerin kimi üstün tuttuğunu da bilmektedir.
Muhakkak ki anası Fâtıma, Rasûlullah’ın kızı benim anamdan daha üstündür. Dedesi de benim dedemden daha üstündür. İmanı olan kimse onun bu dünyada bir benzeri olduğunu düşünemez. Fakat son sözünü, kendi içtihadına göre söylemiş ve: ‘De ki: Ey mülk sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verir, dilediğinden alırsın.’(Âl-i İmran Sûresi, 26. ayet) âyetini okumamıştır.»
Sonra kadınların kendi evine alınmalarını emretti. Yezid ailesinden olan bütün kadınlar, teker teker gelerek acılarını paylaştılar. Daha sonra mal ve zînetlerinden ne kaybolmuşsa kendilerine bedelini ödediler. Yezid, bir ara Ali b. Hüseyin’i yanına getirtti, Medine’ye gitmeleri için gerekli hazırlığı yaptırdı ve orada herhangi bir ihtiyaçları
olursa kendisine yazmalarını söyledi. Böylece İslâm tarihindeki bu elîm olay da arkasında silinmeyecek izler bırakarak kapanmış oldu.
Kerbela Katliamı: 10 Ekim 680
10-10-06
Hz. Muhammed`in kızı Hz. Fatma`nın ve Hz. Ali`nin oğlu Hz. Hüseyin, haksız olarak Şam`da iktidarı ele geçirmiş olan Muaviye`nin oğlu Yezid`e biat etmeyi –onu halife olarak tanımayı- reddetti. Kufe halkının kendisini desteklemesi ve Kufe`ye davet etmeleri üzerine Hz. Hüseyin, 680 yılında yaklaşık 100 kişi ile birlikte, İslam adına çeşitli zulüm ve haksız uygulamalar yapan Yezid`e karşı durmak üzere Mekke`den Kufe `ye hareket etti. Bugün Irak sınırları içinde olan Kerbela`da Yezid`in askerleri, Hz. Hüseyin ve taraftarlarının önünü keserek onları günlerce susuz bıraktılar. Fırat Nehri`nden su almak isteyen kafileye engel olundu. Su alamya gidenler oklarla öldürüldü. 10 Muharrem günü, Hz. Hüseyin`in 18. yaşındaki oğlu Ali Ekber ve beşikteki Ali Asgar oklanarak öldürüldüler. Sonunda Hz. Hüseyin Kerbela savaş meydanına çıktı. Yezidin 40 askerini yendikten sonra sağ kalan yakınları ile helalleşti ve yeniden meydana döndü. O anda her taraftan gelen oklarla Hicretin 61. yılının 10 Muharrem cuma günü (10 Ekim 680) öğleden sonra Hz. Hüseyin şehit oldu. Gövdesi Kerbela`da bırakıldı. Mübarek başı Kufe`ye oradan da Şam`a götürüldü. Yezid, Hz. Hüseyin`in başını gördüğünde “Peygamber`den borçlarımı geri aldım.” diye Ehl-i Beyt düşmanlığını ilan etti.
Kerbela Katliamı, Anadolu Alevilerinde her yıl Muharrem ayında anılır ve lanetlenir. Nefeslerle ve gülbenklerle anılır. Hz. Hüseyin`in haksızlığa karşı bu cesur direnişi ve ölümüne mücadelesi, Anadolu Alevilerinde çocuk eğitiminde „haksızlığa karşı gelmek, haksızlık yapmamak, haksızlığa uğrayanların yanında olmak“ şeklinde önemli bir yer tutar.
Hz. İmam Zeynel Abidin`in bu katliamda hasta olması nedeniyle kurtulması ve Hz. Ali`nin soyunun devam etmesi nedeniyle de Allah`a şükredilir.
Gelenek olarak Muharrem orucu, Kurban Bayramından 20 gün sonra Muharrem`in 1. günü başlar. 2007 yılında 20. Ocak tarihi Muharremin başlangıcıdır.


Güncel Blog Sayfası Online Tv Sayfası Canlı Maç Seyret Ödev Sitesi Yemek Tarifi Bedava Backlink Cep Telefonu Free Backlink SEO Yarışmaları Memur Blog

0 yorum:

Yorum Gönder

Share

Twitter Delicious Facebook Digg reddit Favorites More